Bundan 40 yıl önce Pakistanlı İslam mütefekkiri Mevdudi ile, diyalog hareketini başlatan Papa 6. Paul (1967'de Türkiye'yi ziyaret etmişti) arasında gerçekleşen yazışma bugünü anlamamıza ışık tutacak mahiyette. Papanın, Pakistan'daki temsilcisi dr. R:A.Butter tarafından 8 Aralık 1967'de ulaştırılan, “Dünya barışına katkı ve işbirliği” öneren mektubuna Mevdudi'nin verdiği cevaptaki hususlarla bugünkü durum arasında fazla bir şeyin değişmediğini gösteriyor. Siyasiler ve (embeded) entelektüeller tarafından İslamcı terörün fikir babası olarak gösterilen Mevdudi'nin “Hıristiyan kardeşlerimiz” diye tanımladığı Katoliklerin Papa'sına cevabi mektubunda; misyonerlikten sömürgeciliğe, Sudan'daki ayrılıkçı hareketlerden İsrail sorununa kadar pek çok konuda sarsıcı uyarılarda bulunuyor. (Türkiye'de Urducuya vakıf az sayıda isimden Mahmut Osmanoğlu ile U. Rahman Hemedani'nin aslından çevirdikleri mektubun tamamı.dunyabulteni internet sitesinden okunabilir.)
Uzun bir süreden beri Hıristiyan ilim sahiplerinin ve liderlerinin, yazı ve konuşmalarında Efendimiz Hz. Muhammed (sav), Kur'an-ı Kerim ve İslam üzerine yaptığı ve bugün de devam eden saldırıları Müslümanlar için çok inciticidir. Haklı olarak, yalan ve yanlış suçlamalar şeklinde ortaya atılan ve çok kalp kırıcı bir dil ile işlenen ve hâlâ da devam eden saldırılardan şikâyetçiyiz. Müslümanlar ise Hz. Meryem (as) ve Hz. İsa (as)'ya çok ciddi bir şekilde saygı gösterirler. Ve onlara karşı saygısızlık ifade eden her hangi bir kelime sarf etmek inancımıza göre küfürdür.
Dünyadaki Müslüman ve Hıristiyan toplumları arasında ilişkilerin bozulmasının en önemli sebeplerinden birisi (bizim kutsallarımıza) yapılan hakaretlerdir. Üstelik bu haksız propagandanın mutlak sonucu olarak Hıristiyan halkın kalplerinde Müslümanlara karşı nefret ve hakaret duygusu oluşmaktadır. Eğer, Hıristiyanlık mensuplarının bu davranışlarının Müslümanların kalbini kırma ve onlardan nefret etme boyutuna kadar ulaşmaması için nasihatte bulunabilirseniz dünya barışına oldukça büyük katkıda bulunmuş olacaksınız.
Misyoner hareketlerinin uzun bir süredir İslam ülkelerinde Hıristiyanlığı yaymak için kullandığı ve halen kullanmakta olduğu metodlar da dünyadaki Müslümanlar için büyük bir şikayet nedeni olagelmiştir.
Bunlar tebliğden daha çok siyasi baskı, ekonomik tamah ve hırs, ahlâki ve itikâdî yıpratma tanımı içerisinde yer almaktadır ve bunun dini yaymanın meşru aracı olarak kabul edilmesi çok zordur.
Afrika'nın büyük bir bölümünde misyonerler sömürgeci güçlerin yardımı ile Müslümanları eğitimden mahrum bırakmışlar ve Hıristiyanlığı kabul etmeyen veya en azından Hıristiyan ismini benimsemeyenlere okul kapılarını kapatmışlardır. Bu yolla oluşturulan nüfuzlu Hıristiyan azınlık, özgürlük çağının gelmesinin ardından, bugün, Müslümanların çoğunlukta olduğu birçok Afrika ülkesinde siyasi, askeri ve ekonomik yönden üstün duruma gelmiştir.
Sudan'da İngiliz sömürge yönetimi yardımıyla misyonerler güney bölgesini kendileri için “güvenli bölge”ye çevirdiler. Bu bölgede eğitim ve tebliğ hakkı sadece Hıristiyan misyonerlere tahsis edildi ve Müslümanlar için tebliğ faaliyeti şurada dursun, başka amaçlarla bile bu bölgeye gitmeleri yasaklandı.
Ülkemizdeki misyoner okulları öyle bir nesil yetiştirmektedir ki bunlar ne Hıristiyanlığı benimsemekte, ne de Müslüman olarak kalmaktadır. Bilakis, kendi ahlak ve davranışları, dil ve hayat tarzı itibariyle yabancı biri olup çıkmaktadır. Veya dini anlamda, Hıristiyanlık veya İslam yerine ateistlik ve dinsizlik eğilimleri oluşmaktadır. Acaba makul düşünen birisinin Hıristiyan misyonerlerin bütün bu yapmakta olduklarının dine bir hizmet olduğunu kabul etmesi mümkün mü? İşte bu sebeple, İslam ülkelerinde genelde bu misyonerlerin yaptıkları dini tebliğ yerine İslam ve Müslüman toplum aleyhine bir tuzak olarak algılanmaktadır. Ben sizden, bütün bu faaliyetlerin akıbeti üzerinde düşünmenizi, etki ve nüfuzunuzu kullanarak misyoner teşkilatların tebliğ metodunun düzeltilmesi noktasında gayret göstermenizi rica ediyorum
Müslümanlar genelde, Hıristiyanların İslam ve Müslümanlar aleyhine şiddetli bir inatlaşma hissine sahip oldukları kanısını taşımaktadırlar. Bununla ilgili yaşadığımız en taze tecrübe Arap-İsrail savaşı sürecinde yaşananlardır. Bu savaşta İsrail'in elde ettiği başarılar üzerine Avrupa ve Amerika'daki misyoner ülkelerde yapılan kutlamalar tüm dünya Müslümanlarını derinden yaralamıştır.
Yine onlar bu insafsız devlete para ve silah yardımı yaparak, bu devleti kendi genişleme planlarını zorla gerçekleştirebilecek derecede güçlendirmişlerdir. Ve şimdi bu devletin elde ettiği yeni başarılar Hıristiyan âleminde bir bayram havası içerisinde kutlanmaktadır. Tüm bu olanlardan sonra, dünya Müslümanlarının gözünde Hıristiyanların adalete saygı, insanlığın iyiliği, dini taassuptan uzak olunması gibi söylemlerine inanmalarını bekleyebilir misiniz? Dolayısıyla Hıristiyan kardeşlerinizi bu tavırlarından dolayı ayıplamak ve onların bu ruhsal kirlenmelerinden arınmaları için çaba göstermek aslında bizim değil de sizin vazifenizdir.
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|