Tanrı - devlet |
Cumartesi, 09 Aralık 2006 - (00:19) |
Mustafa Erdoğan
Star Gazetesi
|
|
Kur’an ‘firavunlar’ı, esas olarak Tanrılık tasladıkları için ısrarla lánetler. Günümüzün firavunları ise insanoğlunun kaderine hükmektme iddiasında olan devletlerdir.
|
Modern siyasî paradigma, ‘Tanrı-Devlet’ telákkisini çoktan geride bıraktığımızı ve bunun insanlığın büyük bir başarısı olduğunu söylüyor. Buna göre, siyasî iktidarın ‘Kralların İláhî Hakları’ doktriniyle temellendirildiği ve monarkların genellikle Tanrı’nın temsilcisi olarak görüldüğü ‘Orta-Çağ karanlığı’nın yerini láik-akılcı bir kavram dünyası almıştır.
İddia devam ediyor: ‘Aydınlanma Çağı’ndan sonra devleti artık dinsel kavramlarla değil, aklın ve tecrübenin yol gösterdiği láik kavramlarla düşünüyoruz. Siyasî organizasyon sözkonusu olduğunda referansımız artık ‘Tanrı Sitesi’ değil, fakat láik devlettir. Devlet Tanrısal bir gerçek olmaktan çıkmış ve toplumun bir aracı haline gelmiştir.
Birçoğunuzun zihin konforunu bozmak pahasına, ben size bunun ‘hüsn-ü kuruntu’dan başka bir şey olmadığını, aslında bir hurafe olduğunu söyleyeceğim: Eğer içine hapsolmuş olduğumuz ‘modern’ paradigmaya karşı daha bir mesafeli durabilseydik, devlete bugünkü bakışımızın da özünde ‘dinsel’ olduğunu görmemiz o kadar zor olmazdı.
Her şeyden önce, devletten söz ettiğimizde kullandığımız dil bugün de hálá esas olarak dinseldir. Aslında, modern siyasetin kavramları, Karl Schmitt’in dikkat çekmiş olduğu gibi, biçimsel olarak láikleştirilmiş iláhiyat kavramlarıdır. Bu noktada, toplumumuzun kültürel geleneğine aşina olanların kolayca anlayabilecekleri bir hususa dikkat çekmek isterim: Kur’an ‘firavunlar’ı, esas olarak Tanrılık tasladıkları için ısrarla lánetler. Günümüzün firavunları ise insanoğlunun kaderine hükmektme iddiasında olan devletlerdir.
Dünya devletler tarafından parsellenmiştir ve devletler de kendi egemenlik sınırları içinde ‘her şeye kadir’dirler. Devlet her şeyi bilir ve gözetir, bizim için doğruları belirler. Neye inanıp neye inanmamamız gerektiğini, neyi sevip neyi sevmeyeceğimizi, neye ne zaman sevinmemiz veya üzülmemiz gerektiğini bize o söyler. Başka hiç bir -meselâ dinî ve ideolojik- sadakat veya kimliğin kendisine olan sadakatten ve yurttaş kimliğinden daha üstün tutulmamasını kuvvet yoluyla garanti eder. Kısaca, bize hayatımızın hemen hemen bütün alanlarıyla ilgili emirler verir, uymayanları cezalandırır. Bizi zorla ölmeye ve öldürmeye gönderir. Kimi yerlerde bu fanî aygıt için ölmek ‘şehitlik’ atfedilerek kutsallaştırılır. Nitekim, devlete itaatsizlik etmek en büyük ‘günah’ sayılmaktadır.
Öte yandan, devletin meşruluk temeli bildik anlamda din olmaktan çıkmıştır ama, láikliğin kendisi modern devlet tarafından dinselleştirilmiştir. Bu yeni devlet dinine aykırı öğretiler devletlerce sürekli olarak marjinalize edilmektedir. Vatandaşlarının devlet kavramından bağımsız bir zihinle düşünmelerine dayanak oluşturabilecek bütün ‘referans çerçeveleri’ resmî eğitim, kitle iletişimi ve diğer propaganda araçları marifetiyle tahrip edilmekte veya bunları gözden düşürmek için alabildiğine gayreti sarf edilmektedir. Bunu meşrulaştırmakta kullanılan yaftalar çoktur: ‘gerici’, ‘bilim karşıtı’, ‘meczup’, ‘bölücü’, ‘yıkıcı’, ‘devleti ve kurumlarını tahkir eden’, ‘devlet düşmanı’, ‘hayalci’, ‘vatan haini’, ‘yabancı işbirlikçisi’ vb.
Hasılı modern devlet, iddia edildiği gibi, sadece tekelci bir iktidar temerküzü değildir; o aynı zamanda doğru inancın, doğru bilginin ve doğru kimliğin de buyurucusudur. Öyleyse, başka bir alternatifi aklımıza bile getiremeden devlet egemenliği altındaki yaşayışımızdan hoşnut olmamız, biz modernlerin köleliği içselleştirmiş olduğumuzdan başka ne anlama gelir ki?...
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|
|
|