Gündem değerlendirmesini, gündemin içinde kalarak yapmak, esası kaçırmak için iyi nedenler vermektedir. Gündemi, gündemin dışında bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız. Oluşa gelen siyasi, sosyal, ekonomik ve toplumsal düşünüşlerin ve hareketlerin dışında bir gündemin gelişmesini beklemek insanın kendini aldatmasıdır. Kamuya yönelik meşruiyet krizlerini çözmek için meydana gelen olaylara yönelik açıklamalarda muhakkak güncel ve gündemi haklı çıkaracak bir şeylerin devreye girmesi gerekmektedir. Kendi karanlıklarından dışarı çıkmayan güç odaklarının, kamu vicdanında olumlu kanaat oluşturabilmesi için meşru nedenler öne süreceklerdir. Bunu sağlayacak vasatı elde etme konusundaki maharetleri ise tartışılmazdır. Eldeki iletişim aygıtlarının gücünü inkar kabil değildir. Bu durumu göz önüne alarak yorumlarımızı yeniden değerlendirmeliyiz.
Gündemden inmeyen şiddet olaylarını farklı bir değerlendirmeye tabi tutmak istiyorum. Etrafımızda gelişen olayların iç mantığını doğru kavramak ve kimlerin işine yaradığını keşfetmek önem kazanmaktadır. Dinin kesin yasakladığı bir durumu, bu dinin müntesibi olan kişilerin işlemesi mümkün olmayan bir duruma işaret etmektedir. Fakat bu durumdan kimlerin istifade edeceği ise gizli olmayan bir durumu göstermektedir. Belki de bu açıklık insanların -buna Müslümanlar da dahil- gözlerini köreltmektedir. Fazla ışığın gözü göremez hale getirmesi gibi. Geçici olarak gözün işlevini yitirmesi gibi, ancak; Müslümanların bu hali uzun bir zamana yayılıyor görünüyor. İçimizdeki sapma eğilimi taşıyanların bu duruma katkılarını da hesaba katmaya başladığımızda sorun ortaya çıkacaktır. Önemli olan bu sapma eğilimi taşıyan Müslüman kişiliğin özellikleri ve taşıdığı hususiyetler nelerdir sorularına verilecek cevaptır. Bunlar İslam düşüncesi bağlamında kesin ve keskin bir konuma sahiptir. Sadece samimi duyguların devreye girmesini sağlayacak vasatı elde edebilelim. O zaman içimizdeki sapmaya eğilimli kişilerin ‘Dünyayı kendi emellerine göre dönüştürmek isteyen güç’lere nasıl yardımcı oldukları deşifre olacaktır. Bütün mesele, kendi sorunlarımız üzerine kemal-ı ciddiyetle yürüme cehdini gösterebilmektir. Gerisi kendiliğinden çözülecektir. Peygamber (sava)in dediği gibi: ‘ümmetim dalalet üzere birleşmez.’…
Aklını duygularının önüne çıkaran insanların kalplerini de kullanarak bu oyunun farkına varması gerekmektedir. Hiç kimse inanan Müslümanların şiddeti onaylamasını beklememelidir. O zaman şiddeti kimler besliyor. Bu noktada önemli bir kesişme öne çıkmaktadır. Bir şekilde şiddete bulaştırılan -bastırılmış duygular sahibi kişiler- insanlar ve bu şiddet ortamından beslenen güç sahipleri; siyasi, ekonomik, toplumsal güç odaklarıdır. Bunu besleyen iki devlet; Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail. İslam dünyasına yöneltilmiş bütün saldırıların altından bu iki devleti elde tutan gizli güç odakları yer almaktadır.
Sorunu ilginç ve karmaşık kılan ise; farklı güç merkezlerinin çıkarlarının kesiştiği alanda birlikte hareket etmelerini sağlayacak vasatı elde etmeleridir. Bu birliktelik sonucu da ciddi bir gücü organize etme imkanına sahip olmalarıdır. Motivasyonu sağlayan ise; teolojik boyuttur. Yahudilikte ki milli din ve bu dinin meydana getirdiği kişisel ve dini psikoloji ile birlikte ‘neo-con’ların dünyanın sonu gelse de bizde (İsa’nın nüzulu) ‘mesih’imize kavuşalım ve kurtuluşa erelim düşüncesinin gerçekleştirdiği evliliktir. Bunu anlamadan ortaya çıkan şiddet eylemlerinin mantığını çözmek mümkün değildir. O zaman bu konularda ciddi düşünüş biçimleri ortaya koymalıyız. Eğer samanın altında yürütülen suyu göremezsek, sürekli rahatsız edilmeyi hak ediyoruz demektir. Islandığımız halde, hala suyun nereden geldiği sorusu sorulmuyorsa veya sorulmayı engelleyenlere karşı uyanık durulmuyorsa, başımıza gelenlere tahammül etmekten başka çare kalmamaktadır. Ama bilmeliyiz ki bu durum bir kader değildir. Ve insan bu duruma katlanma gibi bir durumla karşı karşıya kalırsa insanlığının gereği olarak karşı durması gerektiğini bilecek kadar insan haysiyetine sahip olmalıdır. Bizden istenen sadece etrafımızda gelişen olayların iç yüzünü keşfetme konusunda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmedir. Eğer bu sorumluluğu yerine getirme konusunda isteksizliğe sahip isek; bir insanlık haysiyetine sahip olmayı unutmalı ve bunun kader olmasını engelleyecek bir imkanı kendi ellerimizle kaybettiğimizi bilmeli, bu durumdan da hiç kimseyi suçlamamalıyız. Kişi kendi elleriyle yaptıklarını görecektir, yaşayacaktır. Ama bu yaşanan asla bir kader değildir. Sadece olaylara körcesine bakabilme hakkını kullanmadır.
Fransa da gerçekleşen olaylara bakmayı bu düşünceler ışığında değerlendirelim. Önce sizlere küçük bir dipnot iletelim. Hafızam beni aldatmıyorsa, birkaç ay önce Amerika da bir metroda son anda bombalama eylemini durduran CİA’ya yardım eden Fransa istihbaratıdır. Üç-dört tane Mossad ajanı suçüstü yakalanıyor ve öldürülüyor.(aşağı yukarı haber böyleydi) Şimdi bu yeni bilginin sağlayacağı bakışla birlikte yeniden Fransa da meydana gelen karmaşayı değerlendirelim, bakalım Fransa neden bu hale sokulmaktadır. Almanya ve Fransa, Avrupa gücünü oluşturan en önemli ülkelerdir. Fransa’nın Almanya gibi 2. Dünya savaşından kalan Yahudi sorunu da yoktur. Dolayısıyla da başını beladan kurtarmaması lazım. Fransız devriminin yarattığı devinimi bilen güçler, Fransa’nın yeni bir atılımını engelleyerek Müslüman dünya ile ilişkisini bitirecek adımı da atmanın şartlarını oluşturmuş oluyorlar. Sorunu bu şekilde ortaya koyduğunuz zaman oyuna gelen yeni yetmelerin kimin ekmeğine yağ sürdükleri böylece ortaya çıkacaktır. Tabii ki, bu yeni yetmelerin aldatıldıkları gerçeğini ve bu aldatmaya neden olanların suçunu ortadan kaldırmayan bir durumdur.
Günümüzde meydana gelen olayların iç yüzünü anlamadan yapılacak yorumların sadece aldatmaya ve aldanmaya yarayacağını bilmeliyiz. Yeterli bilgilere ve tarihin derinliğinden gelen bakışa sahip olmadan meydana gelen olayları yorumlamamalıyız. Ta ki yeterli donanıma sahip olunana kadar. Yoksa sadece keşmekeşliğe katkı sağlamış olacağız. Türkiye de meydana gelen olayların da bu gözlem ve düşünce çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Şemdinli de meydana gelen ve tırmandırılan olayların derin bir analizini yapmadan yorumlama gayretleri sadece üzerindeki kesif dumanı çoğaltmaya yarayacaktır. O yüzden dünya sisteminin nasıl çalıştığını bölgesel güçlerin nasıl müdahil olduğunu ve bu güçlerden beslenen asalakların nasıl bir konum icra ettiğini hesaba katarak ancak doğru algılara ulaşabiliriz. Zor bir yöntem olsa da işe yarayacak yöntemin bu olduğuna olan inancım tamdır. Daha güvenli ve kolay yöntemi olan varsa buyursun, öne çıksın.
Kendi sorumluluğunu üstlenen Müslüman insanın kendi sorumluluğu çerçevesinde tüm insanlığın sorumluluğunu üstlenmesi gerektiği tartışılmazdır. Direniş hakkımızı kullanırken masum insanların kanları ile elimizi kirletmenin dinen yasak olması gibi, insani vicdana sığmayan bir tavır olduğunu kabullenerek bize dayatılan şiddeti boşa çıkararak kendi vicdanlarında onların meşruiyet kaynaklarını kurutmalıyız. ki, insanlığa söyleyecekleri hiçbir şeyleri olmasın, kalmasın...
Yaşamı bir Müslüman olarak yaşayarak etrafımızda gelişen siyasi, toplumsal ve ekonomik olaylara tepkiler ortaya koymalıyız. Ahireti asla unutmadan; 'Ashabı Uhdut' gibi sırayla ateşe atılacağımız halde asla! imanımızdan ve imanımızdan neşet eden tavırlarımızdan taviz vermemeliyiz. bunu başardığımızda Rabbimizin huzuruna ‘açık alın’la çıkmayı garanti etmiş sayılırız. gerisi laf-u güzaftır.
Bu böyle biline...
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|