Bir son haber.. ABD ordusunun, askerler tarafından yazılan haberleri ‘bağımsız Iraklı gazeteciler’(!)in imzalarıyla basmaları için Irak medyasına para ödediği,
Los Angeles Times'ın 1 Aralık günlü sayısında manşetten verildi.. Buna göre, ABD ordusu tarafından Irak basınına verilen haberlerin çoğunluğu, ‘bağımsız gazeteciler tarafından yazılmış tarafsız haberler ‘ şeklinde sunuluyor. Bu haberler, tabiatiyle, Amerikan askerlerinin çalışmalarını ve ülkenin ABD önderliğinde yeniden inşa çabalarını överken, ‘direnişçi’leri kötülüyor. Irak'taki bu ‘enformasyon operasyonu’nun ‘maskeli şekilde’ yapıldığı ve (USA Sav. Bak.lığı) Pentagon’un, ‘haberlerin arabça tercümesi de yapılarak Irak medyasının servisine konulması’na yardım eden ve merkezi Washington'da bulunan Lincoln Group adlı bir şirketle sözleşme imzaladığı bildiriliyor. Lincoln Group'un Irak'taki elemanları, Bağdad’da Korg. John R. Vines tarafından komuta edilen ’Enformasyon Operasyonları Özel Kuvveti’ tarafından yazılan bu haber ve makaleleri, Bağdad'daki medya kuruluşlarına dağıtırken, kendilerine ‘serbest çalışan muhabir ya da reklamcı’ süsü veriyorlarmış.. (Hâfızâ-i beşer, ne kadar da unutkan.. Geçmişte, Reuters, AP gibi ajansların da, yalan haber yayılmasında âlet edildikleri sonra itiraf edilmemiş miydi?)
Savaş hiledir.. Ama, kitlelerin, ‘afyon yutturulmuş döğüş horozu haline getirilmesi’ ve hilelere ihtimal vermiyecek kadar ‘aydınlatılması’na ne demeli?
30 Kasım günlü ve ‘Saddam diktatörlüğünden kaos diktatörlüğüne..’ başlıklı yazımda, ‘(…) herkes, Irak için elyordamıyla görüş belirtirken, kendi zann veya hissini ‘hakikatin tamamı veya taa kendisi’ zannedip, karşı tarafa ‘kara’lar çalıyor. Bugün, Irak’daki savaşın ideolojik ve hissî uzantıları, içimizde de sürüyor. Kimisi, Irak’a komşu ülkelerin menfaat ve bakış açılarını esas alarak; kimisi sünnî, kimisi şiî müslümanları; kimisi, kürd veya türkmenleri suçluyor veya göklere çıkarıyor.. (…) Bu kaotik durumdan, ancak, işgalci USA emperyalizmi faydalanır. Şu anda, asıl hedef, emperyalizmle hesablaşmak olmalıdır. Bu şeytanî güç tökezletilemez değildir. Yeter ki, bugünkü, zindan içi koğuşlar arasındaki hâkimiyet kavgalarına İslamî sorumluluk şuûru ve akl-ı selîmle yaklaşılabilsin!.’ diye bağlamıştım ki, hemen ardından, bir okuyucudan, bana, ‘Yezid tanımlaması’ yapan bir mesaj aldım.. Ona, ‘Siz beni Yezid’e benzetirken, ben de sizi Hz. Huseyn’e benzetsem; huzûr-i ilahîde ikimizin de yalancı olacağını düşünüyorum..’ diye karşılık vermek zorunda kaldım.. Ve, 1 Aralık’ta da, Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül kardeşimizin bir yazısı ile karşılaştım.. Bu yazının, İran İslâm Cumhûriyeti Dışişl. Bak. M. Muttaqî’nin Türkiye’ye resmî bir gezi yaptığı bir günde yayınlanması ‘tesâduf’ ise, bu ‘tesâduf’ü, farsçada kullanılan şekliyle, ‘trafik kazâsı’ olarak anlayabiliriz. Çünkü, yazdıkları o kadar ‘kesin bilgi’ imiş gibi veriliyor ki, sanki, o mekanizmanın içindeymişcesine! Buyrunuz, o yazının girişi: ‘Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi'nin silahlı kolu olan İran yanlısı Bedir Tugayları'na yakın İçişleri Bakanı Bayan Cabir, Sünnilerden oluşan 14 kişilik bir liste hazırlar. Bu kişiler, Bağdat'ın İskan bölgesinde gözaltına alınır. Kendilerinden bir daha haber alınamaz. Altı hafta sonra cesetleri İran sınırında bulunur. Vücutları işkence izleriyle dolu, elleri arkalarından kelepçeli ve her birinin kafasına arkadan 3 kurşun sıkılmış halde. 14 kişinin dışında İran sınırında işkence ile ya da kafalarına kurşun sıkılmış halde yüzlerce ceset bulundu. Sadece İran sınırında mı? Bağdat, Bedir Tugayları'nın kurduğu "ölüm mangaları" cinayet merkezi, işkence merkezi oldu. Sünni bölgelerde insan kaçırıyorlar. Kaçırılanlar bir daha ailelerine dönemiyor. Cesetleri nehirlerde, çölde ya da sokak aralarında bulunuyor. Toplu infaz her yerde..’(…)’
Bu yazılanları tahkîk etmeden doğru kabul edenlerin, bir şiî –sünnî kapışmasında taraf olmaması düşünülebilir mi? Ve bu da ancak, işgalcilerin işine gelmez mi? Bu bakımdan, ‘Doğru veya yanlış’ demeksizin; Karagül’ün bu dehşetli bilgileri hangi kaynaklardan aktardığını bilmek, kamuoyunun hakkı olsa gerek.. Kaldı ki, biz bu kadar dakik iddiaları, Şemdinli’de olup bitenler hakkında dahi bilemezken, işgal altındaki bir ülkede, bu gibi haberlerin kimler tarafından, nasıl yayılıp, nerelere ulaştırıldığını dikkatli düşünmeli değil miyiz? Eklemeliyim ki, yıllardır Almanya’da mülteci olarak bulunan ve Irak’a gitmeyen Irak’lı şiî ve sünnî, arab, kürd veya türkmen grupların, ‘yakınlarından aldıklarını bildirdikleri bilgiler’e dayanarak, birbirleri aleyhinde yaptıkları zehirli propagandalara bizzat şâhid olan -ve bu iddiaları doğrulamak veya yalanlamak durumunda bulunmayan- birisi olarak, bu gibi haberleri de, Hucûrât sûresi, 6. âyette verilen, ‘tahkik etmeden kabullenmemek’ mihengine vuralım diyorum. Hemen redd değil, ama, tahkik etmeden kabullenmemek!.
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|