Din, inanç, üst yani aslî kimlik midir, değil midir? Benim için, başka kimlikler olsa bile, inanç, en üst kimliktir. Çünkü, beni niteleyen, kendimi ifade edebileceğim en mükemmel tarifi bana inancım verir ve ancak onunla bir mâna kazanırım. Tayyîb Erdoğan’ın, Avustralya gezisi sırasında, din’i, ‘üst kimlik’ olarak nitelediği medyaya yansıyınca yükselen tartışmalar karşısında, Başbakan, ‘Ben öyle demedim, din bir çimentodur, dedim..’ dedi.. Ama, laikler ve ırkçılar, ideolojik temellerinin dinamitlendiğini zehabına kapılarak, bu mânaya bile koro halinde itiraz yükselttiler.. Kemalist-laik bayrakdarlık iddiasındaki D. Baykal ise, ‘Türkiye’te tek millet var!..’ diye, başını kuma sokmayı sürdürüyor..
M. Kemal, kendi adına böyle bir diktatörlüğün, donmuşluğun, kemikleşmenin olmasını ister miydi, bilemem.. Ama, her yerde, adeta, meşrû’ sayılmanın aslî kaynağı gibi, o temel referans gösteriliyor. Ama, onu anlayabilmek mümkün değil.. Çünkü, mantıken anlıyabilmek için, eleştiri de gerekir.. Ve bu imkansız.. Böyle olunca da hemen herkes, kendi fikrini ona aid bir cümleye dayandırarak görüş belirtmek zavallılığı sergiliyor. Tayyîb Bey, ‘onun geçilemiyeceğini’ söylemek zorunda bile kalmış.. Sanki o, ilerlemenin son noktası imişçesine!
I. Dünya Savaşı sonunda, galib emperyalistler, dünyayı yeniden düzenlerken, bizim en aslî özelliğimiz olan inanç sistemimizi tahrib planlarını uyguladılar ve
‘bir inanç toplumu’ demek olan ‘millet’i etnik-ırkî bir temele oturtmaya kalkıştılar.. Halbuki, ben kendimi, benimle aynı dili konuşmasalar bile, aynı inancı paylaştığım insanlarla aynı milletin mensubu olarak bilirim.. (1920’lerde Ankara’da Amerika’lı iki gazeteci.. Birisi, Hind müslümanıdır, diğeri hristiyan.. Hristiyan olan Amerikalı, notlarında, aslen Hind Müslümanı olan vatandaşının Ankara’da, cebheye giden askerlerin uğurlanışını, ‘askerlerimiz..’ diye heyecanla, gözleri yaşararak izlediğini belirtir.. Üst kimlik, işte budur!)
M. Kemal’in ‘Büyük Millet Meclisi Başkanı’ sıfatıyla 23 Nisan 1920’de, Ankara’da, Meclis’in ilk oturumu münasebetiyle ‘Dünya Müslümanlarına..’ hitaben yayınladığı beyannâmede de aynı mâna vardır. M. Kemal, o Meclis’i ve Osmanlı’nın son Meclisi’nde alınan ‘Misâk-ı Millî’ sınırlarını anlatırken de, ‘…Meclis-i âlinizi (Yüce meclisinizi) teşkil eden zevat (zatlar) yalnız türk değildir, yalnız çerkes değildir, yalnız kürd değlidir, yalnız laz değildir. Fakat, hepsinden mürekkeb anâsır-ı İslâmiye’dir, (müslüman unsurlardır. (…)Bu hey’et-i âliyyenin temsil ettiği (…) emeller, yalnız bir unsûr-u İslâma münhasır değildir.. (…) Hudud-u millîmiz, İskenderun’un güneyinden geçer, şark’a doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder.. (…) Halbuki Kerkük’ün şimalinde (kuzeyinde) türk olduğu gibi, kürd de vardır. (…) Binaenaleyh, muhafaza ve müdafaasıyla iştigal ettiğimiz millet, bittabiî (tabiatiyle) bir unsurdan ibaret değildir, muhtelif anâsır-ı İslamiyeden mürekkebdir.. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-u İslâm, bizim kardeşimiz ve menafii tamamiyle müşterek olan vatandaşımızdır.. Ve yine kabul ettiğimiz esasâtın (esasların) ilk satırlarında bu muhtelif anâsır-ı İslâmiye -ki, vatandaştırlar-, yekdigerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerininin her türlü hukukuna, ırkî, içtimaî , coğrafî hukukuna riayetkâr olduğunu tekrar teyid ettik. (…) diyordu. (Söylev ve Demeçler, I-III, 1997, s .74-75)
16 Ocak 1923'te de, M. Kemal, İzmit'te, ‘...Meclis, hem kürdlerin, hem türklerin sahib-i salâhiyet vekillerinden mürekkebdir (…)Türkiye'nin halkı mevzubahis olurken, onları beraber ifade lâzımdır. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine aid mesele ihdas etmeleri, daima variddir (sözkonusu olur)’ diyordu. (Bunların, Lozan Andlaşması öncesi konuşmalar olduğunu ve ingilizlerin, ‘bir kürd devleti’ vaadlerine rağmen, kürd temsilcilerinin bu vaadlere itibar etmediklerini ve bunu İsmet Paşa’nın da hâtırâtında, ‘kürdler Lozan’da çok namuskârâne davranmışlar ve hep türklerle birlikte hareket etmişlerdir..’ diye teslim ettiğini hatırlayalım.)
Ama, biz bu yüksek rûhu, kalbî beraberliği katletmek için elimizden geleni yaptık ve çimentosu dökülmüş bir çürük duvar haline geldik.. Çünkü, o sözlerden birkaç sene sonra, ‘türk olmayanlar’ dışlanacak ve yeni sınırlar içinde kalan kürdlerin de, ‘dağ türkü’ olduklarına inandırılabilecekleri sanılacaktı.
Kim ne derse desin, -aynı devlet içinde, müslüman olmayan unsurların haklarına da riayetin de, İslam’ın bize bir emri olduğunu unutmaksızın,- bizim temel harcımızın da, üst kimliğimizin de inanç birliğinden, Müslüman oluşumuzdan geldiğini unutanlar, korkunç şekilde yanılacaklardır. Bizi birleştiren temel harç dün de, ‘tek bir kavmin üstünlük veya hâkimiyeti’ tezi değil, ‘bütün müslüman unsurların eşit kardeşler olduğu’ inancıydı; bugün de budur ve yarın da bu olacaktır ve bize zorla giydirilen ‘laik/ırkçı deli gömleği’ni yırtıp atamadıkça, şifaya kavuşmak hayâldir.
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|