Âdem Yılmaz yazıyor: ‘Prof. Atilla Yayla’nın 23 Aralık tarihli makalesini görmediyseniz, okumanızı tavsiye ederim.’
‘*-- Yaptığınız hatırlatma için teşekkürler.. Prof. Yayla’nın yaklaşımları son derece mâkul ve düşündürücü.. ‘Son günlerde medyaya bakılırsa, hükümet İslamî bir hayat tarzını topluma dayatmaktadır. Bu tespit pek inandırıcı görünmemektedir. Bir kere, o dayatmada bulunulduğu söylenen toplumun önemli bir kesimi zaten Müslüman'dır ve İslamî hayat tarzını benimsemiştir. İkincisi, dayatma olduğu söylenen şeylerin dayatma olduğu şüphelidir. İçki yasağı değil, içki içilebilecek kamusal alanların yeniden belirlenmesi söz konusudur. (…) diyen Yayla’nın, ‘..kamu otoritelerinin …vatandaşa dinî bir hayat empoze etmesinin’ sözkonusu olmadığını; ama, tersinin, yani ‘kamu otoritesinin vatandaşın dinî inancını ve hayatını istediği gibi yaşamasını engellediği şeklinde bir dayatmanın vârid olduğunu’ tesbit etmesi ilginçtir. Yayla devam ediyor: ‘…Devlet, eğer burası bir otoriter/totaliter sisteme sahip değilse, dinî inançları ve davranışları bireye empoze etmek için kullanılamaz. Bu gayrimeşrudur. Medeniyet karşıtı bir tutumdur. Ancak, aynı derece geçerli olan bir diğer gerçek de devletin lâdinî veya çağdaş bir hayatı vatandaşlara empoze edemeyeceğidir. Oysa, muhayyel bir dinî hayat tarzı empozesine karşı çıkanların çoğu, devletin başkalarına çağdaş bir hayat tarzı empoze etmesinden rahatsız olmamakta, hatta onu böyle yapmaya tahrik ve teşvik etmektedir.’
Akl-ı selîmin sesine itiraz etmek mümkün mü?
Mustafa Kayabaşı yazıyor: ‘Celâleddin-i Rûmî konusundaki yazınız üzerine, özellikle ‘haksoz.net’ internet sitesinde, size laf da atılarak yapılan eleştirilere cevab vermediniz.. Halbuki, özellikle tasavvuf konusunda yazılanlara değinmenizi beklerdim..’
‘*--Karşı görüşlerden, hakaret etmeyip, sözlerimi de çarpıtmadıkları müddetçe, faydalanmaya çalışırım. Herkesin aynı şekilde düşünmesi de gerekmez.
Tasavvuf‘un genelde, kötüye kullanıldığı iddialarını kabul ediyorum. Ama, tasavvufî cereyanlar içinde de ‘hikmet zenginliği bulunabilir ve kişi, gönül zenginliğini, manevî derinliğini bu yolla da geliştirebilir. Bu hikmet parıltıları, ahmakların kandırılması için kullanılıyorsa, buna karşı insanları uyandırmak da bir mu’min hassasiyetiyle yerine getiriliyorsa, saygı duyulmalıdır. Ancak, bizim bazı terimleri kullanışımızla başka bir kültürün o terimlere verdiği mânâ çok farklı olabilir.. Mesela Türkiye’de ve Hind Müslümanları arasında felsefeye, genelde, ‘bâtıl görüşe, hak kılıfı geçirme ameliyesi’ diye iğreti bakılır. Ama, bu terimin İran kültüründe genelde ‘hikmet’ karşılığı kullanıldığı görülür.. ‘Tasavvuf’ teriminin durumu da öyledir.. Tasavvuf da, mesela İran kültüründe ‘miskinlik, tembellik’ gibi algılanır.. Ama, öyle metinler vardır ki, bizdeki ‘tasavvufî metin’lerden farkı yoktur ve ‘hikmet’ olarak kabul görür..
Mesnevî’de de, bu gibi durumlara uygulanabilecek bir hikaye vardır. ‘Odun pazarında, odunlar güzel kokulu ve külü az olan ödağacı diye satılıyorsa, o odun cinsinin varolması yüzündendir.. Sen akıllı ol da, hiç sıcaklık vermeyen ve yanıp geçen söğüt odununu ödağacı sanma..’ şeklinde.. Mes’ele, bu..
Ancak, tasavvufu d, genel mânâda ve ‘hayat tarzı, hayata bakış tarzı’ gibi kullanılan ‘din’ lafziyle isimlendirmek mümkün olsa bile; ‘din’ denildiğinde, halkın anladığı mânada bir ‘terim/ ıstılah’ olarak, ayrı bir din gibi gösterilmesi nice Müslümanları da İslam’ın dışına itmek gibi bir netice verebilir.. Ondan kaçınılması gerektiğini düşünüyorum..’
Ali Işık, Kemal Muradoğlu, Behcet Taşçı, Fakirullah Atçeken yazıyorlar: ‘Geçen haftaki yazılarınızdan, ‘Bize katil diyeni gebertiriz, öldürürüz.. ironisi’ başlıklı yazınızda, gerçi, Orhan Pamuk’u savunmadınız, ama, onu protesto edenleri kınadınız.. O protestocuların millet ve memleketi seven insanlar olduklarını ve onları rencide ettiğinizi düşünüyor musunuz?’
‘*--Ülkenin ve milletin sevilmesi kimsenin tekelinde değildir.. ‘Ben daha çok seviyorum’ iddiası bir iddiadan ibarettir. Herkes, bir halkı veya bir coğrafyayı, kendi inancına, kendi ideolojisine, kendi dünya görüşüne elverişlilik açısından sever veya sevmez.. Ve böyle bir iddiada herkes bulunabilir. Ancak, birileri, vatan ve millet sevgisinin başkasınınkinden daha fazla olduğuna dair bir iddiada bulunsa bile, bu ındî bir söz olmaktan ileri bir mânâ taşımaz.
Çıkardıkları dergide, ‘kürd bakkaldan alışveriş yapma, kürd şoförün dolmuşuna binme..’ diyecek kadar, müslüman halkımız arasına fitne tohumları saçan Bedri Baykam ve Altemur Kılıç gibilerin amigoluğunu yaptığı bir protestoya ve hele o kaba saldırılara sempati duymam mümkün değildir..’
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|