Bugünler, Hz. İsâ Mesîh (Jesus Christ) aleyhisselâmın dünyayı teşrifinin yıldönüm günleri.. (Katolik ve Protestan hristiyanlar âleminde 24 Aralık; Ortodokslarda ise, 7 Ocak tarihi..) Bu münasebetle, kendisini Hz. Îsâ Rûhullah’ın takibcisi (Christian/ Îsevî) olarak tanıtan kitleler, toplumlar, hemen bütün dünyada dev kutlama merasimleri tertibliyorlar, evlerini, ibadetgahlarını/ kiliselerini ve şehirlerini ışıklandırıyorlar, âyinler yapıyorlar, böylece o büyük ‘kurtarıcı’yla kalbî bağlılıklarını tazeleyip güçlendirdiklerini düşünüyorlar..
Âdem Safîyullah’dan İbrâhîm Khalîlullah’a, Mûsâ Kelîmullah ve Îsâ Rûhullah’dan Muhammed Habibullah’a kadar, gelip geçtikleri bize Kur’an’da açık açık zikredilerek bildirilen bütün ‘enbiyâullah’ (ilahî peygamberler) Müslümanların da peygamberleridirler ve (Bakara Sûresi/ 285’nci âyetinin açık hükmüne göre) ‘Allah’ın Peygamberleri arasında hiçbir fark gözetmeyiz, işittik ve iman ettik..’ derler..
Bütün ‘enbiyaullah’ (ilahî peygamberler) insanlığın ‘kurtarıcı’larıdır; her birisi, ‘insanlığın kurtarıcı nefhası’ olan ‘vahy-i ilahî’ ni’metinin taşıyıcılarıdırlar. (19. miladî asrın ünlü rus romancısı Dostoyewsky’nin ‘Suç ve Ceza’sındaki ateist tip olan Raskolnikof’un, zindanda bir gün, İncil’den, Lazar’ın ölmesinden sonra, Hz. İsâ tarafından diriltilmesi mucizesini anlatan bölümü okurken, ağlamaya başlayışını ve etrafındaki mahkûmların, ateist /dinsiz bildikleri bir kişinin etkilenip, gözlerinden sel gibi yaşlar boşanarak ağlayışı karşısında şaşkınlığa kapılmalarını ve Raskolnikof’un da, ‘Tanrı’m, sana şükürler olsun.. Beni affet!. Düşünemedim.. Lazar’ı dirilten, Raskolnikof’u niçin diriltmesin? Mesîh’e de o gücü veren Sensin! Mesîh senin mucizendir!..’ deyişini hatırlayalım.)
Bu bakımdan, ‘Îsâ Mesîh (s)’in dünyayı teşrif edişi münasebetiyle, kalb ve kafasını ‘vahy-i ilahî’ye ayarlamış herkese, o büyük nimete muhatab oluşun bir merhalesini oluşturan bu yıldönümünde de tebriklerimizi sunuyoruz. Çünkü, Kur’an bize, ‘Allah’ın verdiği nimetleri zikretmemizi’ tavsiye etmektedir. Bütün ilâhî peygamberlerin gönderilişi de büyük ‘nimet-i ilahî’ olduğundan, bu tebrikleşmeyi kendi aramızda da yapabileceğimiz gibi, tebriklerimizi Hz. Îsâ’ya samimiyetle bağlılık göstermeye çalışan ‘hristiyan’lara da belirtebiliriz.
Dünyaya gelişi gibi, dünyamızdan ayrılışı da fevkalbeşer, insanüstü özellikler taşıyan ve dünya hayatı boyunca, kendisine inançla bağlı sadece 12 ‘havari’yle, yani dünyanın en küçük cemaatlerinden birini oluşturmasına rağmen, dünya tarihinin seyrini değiştirmiş ‘Ul’ûl azm / şeriat’ sahibi peygamberlerden birisi olan Hz. Îsâ Rûhullah’ın mücadelesinden ve insanlığa verdiği mesajlardan alacağımız pek çok şey vardır, elbette.. Kezâ, samimî Hz. Îsâ takibçilerinin, O’nun -muhtemel- doğumunu esas alan mîlâdî takvim düzenlemesindeki yılbaşlarında, dünyayı bir tımarhaneye çevirmeye kalkışanlarla bir ilgisinin olmadığı da açıktır. Bu saçmalıklara karşı, son çeyrek yüzyıla yakın zamandır, ‘alternatif kutlama’ adı altında, tarihî bir sâbite durumu olmadığı halde, ‘Niçin olmasın?’ mantığıyla, İslam tarihinden bazı muhtemel yıldönümleri için, ‘belki de o geceye rastladığı’ gibi iddialarla düzenlenen ‘alternatif kutlama’ların sağlıklı bir mantığa kavuşturulması ve Hz. Îsâ Mesîh’in veladet günü vesile yapılarak, ’enbiyaullahın ve getirdikleri mesajların anlaşılması için, özel anma toplantıları’na dönüştürülmesi umulur. Çünkü, Müslümanlar, bütün gerçek peygamberlerin, gerçek takibçileri olmak mükellefiyetindedirler.)
Lübnan’lı ve 1930’larda vefat eden arab hristiyan J. Khaleel Jibran’ın ‘Fırtınalar’ isimli eserinde anlattığı ‘Bir Bayram Akşamı’ isimli hikayesi bu bakımdan çok ilginç: Bir bayram gecesi, şehrin caddeleri, mâbedleri ışıklandırılmıştır, insanlar bir kutlamaya hazırlanırken; yazar, parkta yalnız başına bir garib kişiyle karşılaşır ve onun kim olduğunu öğrenmeye çalışır ve bu dünyada yapayalnız ve anlaşılamıyan, evi-barkı olmayan birisi olduğunu anlar.. O garib kişiyi evine davet eder. O, ‘ev değil, girecek kalb bulamadığından, büyük kitlelerin kendi adına kutlamalar yaptıklarından, ama, kendisinin düşmanı olduğu mâna ve sembollere sığındıkları’ndan yakınır.. O zaman, Jibran, ‘Ey Nasırâ’lı Îsâ!’ diye, onun eline-ayağına kapanmaya çalışır, ama, o gözlerden kayboluverir.
Hz. Îsâ, kendisine bağlılık adına hareket edenlerin kalblerinde yer bulamasa da, inancının idrakine ermiş bütün Müslümanların kalbleri onun da tahtıdır..
Bir ‘yüce ilahî peygamber’i sahiblenmiş gözüküyorlar diye, Hz. İsâ’yı, Bush ve benzerleri gibi, bir zann veya şeytanî plan uğruna, yüzbinlerce insanı gözünü kırpmadan katleden ‘uluslararası terörist’lere nasıl bırakabiliriz? Bu, Hz. Mûsâ’yı, Sharon’lara; Resul-ü Ekrem (S)’i de, Haccâc’lara, Şah ve Saddam’lara, bütün zamanların nice fir’avunlarına bırakmak gibi olmaz mı?
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|