Ağır ‘yolsuzluk suçlamaları’na mâruz kalarak tutuklanan Van Üni. Rektörü Yücel Aşkın tahliye edildi; muhakeme, tutuksuz olarak devam edecek.. Bu konuda, iddialar ve iddianameler üzerine, yargı kurumu dışında bir ‘suçlama’ yapılmaması ve ‘tutuklama’ kurumunun da bir ‘cezalandırma’ kurumu haline dönüştürülmemesi gerektiğini belirterek susmayı tercih ettim.. Ve şimdi, bazılarının zannettiği gibi, ‘bu tahliye kararının Hükûmet’e bir gol olduğu’nu düşünmeyi de yersiz sayıyorum.. Çünkü, Hükûmet, ‘kuvvetler ayrılığı’ prensibi gereğince, yargı mekanizmasına emir veremez. Konu, tamamiyle yargı mekanizmasının iç sorumluluğundadır.. Amma, ‘taife-i laicus’, konuyu, ‘Cumhûriyet rejimi’yle bir hesablaşma noktasına taşıyıp, sanki, -kendi anladıkları mânâda bir- ‘Cumhûriyet’e tarafdar olanlar yolsuzluk yapsalar bile yargılanamazlar! Yolsuzluk, bizim tabiî hakkımızdır!’ dercesine, koro halinde öyle bir feveran ettiler, protestolar düzenlediler ki; bununla kamuoyunu ve hele de mahkemeyi ‘psikolojik baskı’ altına almaya çalıştıkları açıkça sırıtıyordu. Nitekim, o tahliye kararının açıklanmasından birkaç saat önce, CHP’nin, ‘tahliye kararı verilmesinden mennun olacağını’ özellikle belirtmesi, bunun bir örneği.. YÖK ve TÜSİAD Başkanları ve ‘taife-i laicus’un diğer önde gelenlerinin nasıl çaba harcadıklarını ise, tahliye kararından sonra, Van Üni. bahçesinde, yani ‘kamu’ya aid bir mekanda, yüzlerce tarafdarın, rakı kadehlerini tokuşturarak yaptıkları kutlama sahnelerinin tv. ekranlarından bütün ülkeye yansımasından da anlayabiliriz.. Van Üni. Rektörü, ileride hattâ, beraet etse dahi, ‘taife-i laicus’un sergilediği protestolar ve hele, o kadeh tokuşturmalı kutlamalar, onu müslüman halkımızın, sessiz büyük çoğunluğun kamuoyu önünde, beraet ettirmiyecek boyutlardadır.
O kampanyaların, tahliye kararında etkisine dair elde objektif ölçüler yok.. Ancak, bu konuda, velev ki tahliye edilse -ve hattâ, ilerde beraet etse- bile, sanığın haysiyeti üzerine yığınla iddialar atan yargı mekanizmasının duyması gereken bir sorumluluk olmayacak mıdır? Bu gibi ‘ağır, yüzkızartıcı iddialar’la
karalanan ve amma, haklarında etkili çevrelerin sesleri yükselmediği için zindanlarda kalan, hayatları kararan daha nice insanlar için de aynı hassasiyeti göstermeli değil miyiz? Kanunlar, ‘arılar için delinip geçilen, ancak zayıf sineklerin takılıp yem olduğu bir örümcek ağı’ olmaktan çıkarılmadıkça bu trajik oyun sürecektir de..
Ancak, burada üzerinde bilhassa düşünülmesi gereken husus, tahliye kararıyla sonuçlanan oturumda bir sözkonusu üniversitenin güvenlik âmiri olan emekli jandarma assubayı Saffet Kara’nın, Prof. Aşkın’ın kasasında bulunan ve üniversitede çalışan kişilerin özel halleriyle ilgili ‘fişleme’ bilgileri konusunda, ‘bunları, komutanların talimâtı ile kendisinin yaptığını ve Rektör’ün bunda hiçbir dahlinin bulunmadığını’ açıklaması!!. Ülke, bir ‘askerî rejim’le mi idare edilir, yoksa bir ‘cumhûrî rejim’le ve kanunlarla mı? O kadar ki, bu kişi, hangi kurumda çalıştığını bile tam olarak bilmiyor, sadece hesabına yatırılan maaşları bankadan almasını biliyor!. Onun, eyleminin sorumluluğunu üzerine attığı o komutanların kanunî yetkileri yokken, onları kim muhakeme edecektir?
Bu vesileyle hatırlayalım.. Muhalefet, Hükûmet’i, siyasî dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yaklaşmamakla suçluyor.. Geçmiş yıllarda ‘dokunulmazlıklar kaldırılsın!’ diye feryad edilirken, o kadrolar milletin reyi ile bütünüyle safdışı edildiğini, dokunulmazlıklarının da kalktığını; ama, onlardan hiç kimse hakkında ciddî bir yargılama yapılmadığı unutulmamalı ve sadece siyasîlerin dokunulmazlığı kaldırıldığı takdirde, bu durumun, yakın geçmişte, Erbakan ve Erdoğan’a uygulandığı gibi, sadece siyasî sebeblerle kötüye kullanılacağı unutulmamalıdır. Saltanat dönemi konumuz dışında.. Sadece şu Cumhûriyet adına, son 80 küsur yılda işlenen siyasî cinayetlerin hemen tamamı, yargı adına işlenmemiş midir? Bunun için, ‘dokunulmazlıklar kaldırılmalı..’ şeklindeki taleblere, iktidar partisinin, ‘Evet, ama, herkes için kaldırılmalı, C. Başkanı için de, yüksek bürokratlar ve askerler için de..’ diye karşı görüş belirtmesi yerindedir ve bunda ısrar etmelidir. Yoksa, kendi ayaklarına, kendi elceğizleriyle yargı zencirini taktırmış olurlar?
Kısaca, Van’daki ‘Kurtlar Vâdisi’nde, karanlık güç odakları arasındaki gövde gösterisinde, birileri kendi adamlarını fedâ etmediler ve bunun için her türlü baskıyı yapabileceklerini sergilediler.. Aynı gün, ‘Nereden bakıyorsanız, hüküm de ona göre şekillenir..’ diyordu, ‘Kurtlar Vâdisi’nin bitiş bölümündeki, ‘derin devlet’in ‘bıçkın delikanlı’sı.. ‘Baktığın yer önemli.. Enver Paşa, 1907‘de bir ‘eşkıya’ idi; 1908’de ‘hürriyet kahramanı’; 1914’da ‘Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili’, 1918’de ‘yenik düşmüş bir Başkomutan..’ ve 1923‘de, bir ‘Vatan haini..’
Sonra da, ‘Yaşasın adâlet!’ diye bağırabilirsiniz, yüreğinizin mecâli varsa..
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|