Bugün ‘28 Şubat’ın 9.yıldönümü imiş.. Burada bir hesab hatası olduğu açık..
Çünkü, bir toplumun, hayatını, hak ve haysiyetini korumak için oluşturduğu ‘silahlı kuvvetler’in, o topluma çevrilmesinin tarihi, asırları bulan bir geçmişe dayanır. Sadece, bizim 1400 yıllık tarihimiz bile, kılıçların, ‘Hakk ve hak sahiblerinin emrinde, toplumun hayat ve haysiyetinin korunması için bir savunma mekanizması’ olarak değil; iktidarın ele geçirilip, toplumun bir ‘sürü gibi güdülmesi’nde kullanıldığının örnekleriyle doludur. Hadiselere tarihî bir perspektiften bakmadıkça ve anlayışımızı değiştirmedikçe ve ona karşı direniş kararlılığımızı geliştirmedikçe, savunma gücü olan ‘silahlı kuvvetler’den ‘kuvvetli silahlar’ tahakkümüne doğru gelişen ‘28 Şubat’ çizgisi, bir zorbalık usûlü olarak asırlarca daha devam eder.
Resul-ü Ekrem (S)’den sonraki ilk dört Halife döneminde, Müslüman toplumun yönetimi, ufak-tefek yorum ihtilafları olsa bile, Müslümanların kendilerine alenen veya zımnen verdikleri ‘vekalet’ yetkisiyle gerçekleşiyor ve iktidar meşruiyetini bu ‘vekalet yetkisi’nden alıyordu.. Hattâ, bizzat Resul-ü Ekrem (S) dahi, Mekke’de böyle bir gücü yokken, Medine toplumunun geleceğinde oluşacak olan ‘yönetim’inin yetkisini, ‘Yesrib Müslümanları’ ile kendi arasında aktedilen ‘Aqabe Bey’ati’ olarak tarihe geçen ‘bey’at’lerle (karşılıklı, hürr olarak beyan olunan kabul ve itaat sözüyle) almıştı. Yani, o ‘bey’at’lerde, Hz. Peygamber, ilahî bir vazifelendirme olan ‘nubuvvet’ini değil; ‘hükûmet etme yetkisi’ni halkın ‘bey’at’ine sunmuş oluyordu. Halk, bu yetkiyi vermese bile, O’nun ‘nubuvvet’ine bir halel/ zarar gelmezdi. Ama, o ‘bey’at’ olmasaydı, toplumun ‘İmam’ı, önderi olamazdı. Daha sonra, müslüman olmayan öteki Yesrib (Medine)liler de, O’nun ‘Hükûmet etme yetkisi’ni kabullendiler ve onlar da ‘Medine Vesikası’nda, Nebevî Hükûmet’in koruması altına girdiler.. Madde-1: ‘Müslümanlar ve Müslümanlarla birlikte hareket edenler, bir millettirler..’
Bu yönetimin amelî/ pratik bir mânâ ifade etmesi ve ‘emir ve nehy’lerini yerine getirtebilmesi için, sosyal organizasyonun yaptırım gücü de olacak ve bu yeni toplum düzeninin iç ve dış tehlikelere karşı korunabilmesi için, çeşitli sosyal mekanizmalar meyanında, bir de, savunma mekanizması gerekecekti.. Bu, Kur’an’ın kullandığı terimle ‘hadîd/ demir’, kültürümüze yerleşen daha geniş kullanım şekliyle, ‘kılıç/ seyf’ teriminde ifadesini bulan ‘silahlı kuvvetler..’di.
Bu ‘silahlı kuvvetler’, toplumu, ‘bey’at’ yoluyla, yani toplumu oluşturan yetişkin ferdlerin iradesiyle oluşan ‘yönetim yetkisi’ni elinde bulunduran yönetici kadronun elinde ve emrinde bir güç idi.. Hz. Peygamber (S), sadece ‘ilahî vahy’i topluma ulaştıran bir kimse değil, aynı zamanda, belli bir toplum tarafından ‘İmam/ önder’ olarak da benimsenmiş ve ‘hükûmet etme’ yetkisini, bu ‘bey’at’ten alıyor idi.. Bu durum, 4 Halife dönemince de genel hatlarıyla devam etti.. Ama, 4. Halife Hz. Ali’ye çekilen kılıcın, ‘başarılı’ olmasından ve hakkın ‘kuvvetli silahlar’ın iradesine göre belirlenip, meşrû kabul edilmesi gibi ters bir anlayış geliştirildi.. O anlayış hâlâ da sürüyor.. (Hz. Îsâ Rûhullah da, şeriat sahibi bir büyük peygamber olmasına rağmen, toplum ona bey’at etmemiş ve o, ‘İmam/ önder’ olamamıştı. Amma, bu, O’nun ‘nubuvvet’inde bir noksanlık oluşturmuyordu. Ancak, sosyal otoriteyi, Hükûmet’i tesis etmeye muvaffak olamadığından, savunma mekanizması da oluşturumamış ve karşısında dikildiği Roma İmparatorluğu’nun ve yahudi eşrafiyetinin, aristokrasisinin korkunç düşmanlığına, nice büyük zulüm ve işkencelere maruz kaldı ve sonra da, (kendisinin takibçileri olan) İsevî’lerin sonradan anlattıkları hikayeler içinde çarmıha gerilerek öldürüldü; ‘Kur’an-ı Mubîn’ ise, O’nun zâlimler elinden çekildiğini beyan etmektedir. Ve sonra da, O yüce Peygamber’e, ‘Sizin yanağınıza bir tokat atana, öteki yanağınızı uzatın..’ gibi korkunç bir kölelik mantığı ve teslimiyetçi söz söyletildi.. Ve daha sonra da, ‘Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya, Sezar’ın hakkını da Sezar’a..’ cümlesinde ifadesini bulan bir acziyet anlayışı geliştirildi. İlginçtir, Hz. İsâ’dan sadece 6 asır kadar sonra gönderilen Hz. Peygamber (S)’e de, ‘Size başınızdakiler her ne kadar zulmederse etsin; siz onlara itiraz etmeyiniz, itaatte sabrediniz, onlar kendilerinin Cehennem’deki yerlerini hazırlıyorlar..’ mealindeki hadis rivayetleri nisbet edilebilmiştir. Konu, sadece 9 yıl öncelerdeki ‘28 Şubat’ zorbalığıyla geçiştirilemiyecek kadar derin tarihî kökleri olan bir zulüm tarihidir ve Hakk’a dayanmıyan ve insan’ı zorla itaate sevkeden, sürükleyen anlayışların her birisine de karşı çıkmadıkça, sadece zorbalar ve diktatörler arasında bir takım tercih yapmak zavallılığından kurtulamaz ve bizi Hakk üzerinde koruyacak ‘silahlı kuvvetler’den; hakk’ın ölçüsünü belirlemek iddiasıyla ortaya çıkan ‘kuvvetli silahlar’ın köleliğine ve pençesine düşeriz. Bugün de, insanlık, dünya çapında, o durumda değil mi?
O halde, ‘28 Şubat’ları, dar bir açıdan ele almamak gerekiyor.. Anlayışımızı, ve bakışımızı değiştirmezsek, Hz. Ali’ye karşı çekilen kılıçtan beri, aynı gelenekle iktidarı ele geçiren ‘kuvvetli silahlar’a dayalı nice hükûmet örnekleri, isim değiştirse de, daha çoook sürer..
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|