İnsanoğlu, toplum düzenini kurarken, iki temel prensibi gözönünde bulundurmak zorundadır: ‘Maslahat’ ve ‘kanunîlik’ prensibi..
Bu prensiplerin de ‘ideal hukuk’a ulaşmayı hedef alması gerekir.. Toplumun maslahatında esas olan da, kamu vicdanındaki adâlet ölçülerinin hâkimiyetidir..
Ancak, ‘toplumun maslahatını kim belirler?’ sualinin cevabını vermekte problem yaşanır, genelde.. Maslahatı belirleyen irade, rejimlerin ismine göre şekillenir. Gerçek ‘cumhûriyet’ rejimlerinde, bu güç, halkın iradesidir. Ancak, ‘cumhûriyet’ adını taşıdığı halde, ‘saltanat’ rejimlerinden hiç de farkı olmayan bir ‘kurumlar oligarşisi diktatörlüğü’ne dönüşen sistemlerde, ‘halkın iradesinin bazı güç odak ve kurumlarınca temsil edildiği’ nazariyesi öne çıkar. ‘Değiştirilmesinin teklif dahi edilemiyeceği’ süngü zoruyla kabul ettirildiğinden ‘keenlemyekûn (bütünüyle yok) sayılması gereken ‘anayasa’lardaki bir takım ‘ilke’lerin üzerine bile, ‘millî irade’ yaftası yazılır.
Kutsal gibi sunulan ‘yargı’ kurumunun nasıl çalıştırıldığının son bir örneği, son ‘Şemdinli İddianamesi’yle ‘maslahat’ gereği denilerek; karşımıza çıkıyor. Bu müdahaleler yapılırken de, ‘kanunun da hedefi, toplumun maslahatını korumaktır, o halde, maslahat için gerekirse, kanun da yeni yorumlarla te’vil edilir..’ görüşü, yani, ‘kitabına uydurmak..’ gündeme gelir. Hemen herkes, kanun ve maslahatı kendi anlayışına göre şekillendirir. Şimdi, ‘delilsiz iddiaları iddianamesine aldığı’ gerekçesiyle Van Savcısı’na soruşturma açılıyor; sanki iddianameler hep delilli olurmuş gibi.. Çünkü, suçlananlardan birisi, KKK. Büyükanıt.. Diyelim ki, Büyükanıt, Gen. Kur. Başk. oldu; o zaman, o dâvânın -şeklî kurallara uygun olsa bile,- adâlete uygunluğu nasıl iddia edilebilecek?
Bu özel ve şeklî hukuk zorlamalarının yapılabilmesi için, illâ da ‘general’ filan mı olmak gerekiyor; bunun cevabını Ad. Bak. C. Çiçek verebilir mi?
Halbuki, 9 Kasım 2005 günü, Şemdinli’de patlayan bombada, ‘bazı asker kişilerin eli’ neredeyse kesinlik kazanınca, 10 Kasım 2005’te, Gen. Kur. Bşk.lığı, ‘…bu üzücü olaya bazı askerî şahısların da karışmış olabileceğine dair iddialar ortaya atılmaktadır. Söz konusu olay her yönüyle adlî makamlara intikal etmiş olup gerekli yasal işlemler yapılmaktadır. Soruşturma safhasının gizliliği dolayısıyla gelişmeler hakkında yapılacak müteakip açıklamalar adlî makamların takdirinde olacaktır..’ açıklaması yapılıyordu.. Yani, takdir, -olması gereken şekilde- yargı organlarınındı.
11 Kasım 2005 günü de, Başbakan Erdoğan, ‘…Devletle milleti karşı karşıya getirme gayreti içinde olanlar bunun bedelini muhakkak ödeyecektir, ödemelidir. Bizden kimse bir kayırmacılık, bir korumacılık, yürütme olarak beklemesin, yargı üzerine düşeni en ideal bir şekilde yapacaktır..’, ve Dışişleri Bakanı Gül de; ‘… bu konu eskiden olduğu gibi kapalı ve karanlıkta kalmayacak. Kimsenin tereddütü olmasın, ne olursa olsun açığa çıkarılacak, Türkiye artık eski Türkiye değil, bunu herkes bilsin..’ diyorlardı..
Şimdi ise, bu dosya üzerinde ‘alicengiz oyunları’ oynanıyor gibi, âdetâ.. ‘Elit-egemen’ güçler, sözcüleri konumundaki CHP aracılığıyla her türlü şirretliği yapıyorlar. Meclis Komisyonu’nun bazı bilgilerinin, -sanki, medyaya verilmiş gibi-, C. Savcısı’na verilmesi bile suçlanabiliyor. Yani, ‘jandarma’ bile, ‘Çankaya’da dahi istihbarat çalışması yapabileceğini’ söyleyecek; ama, Savcı, Meclis Komisyonu’ndan bilgi isteyemiyecek!.. (Kaldı ki, bu bilgiler, M. A. Altındağ isimli bir kişinin, Savcı’ya, ‘ yüzleşmeye hazırım..’ diyerek, gerekli açıklamayı Meclis Komisyonu’na da yaptığını da söylemesi üzerine istenmiştir..)
Buna rağmen, belli çevrelerin sözcülüğüne soyunanlar, ‘Hiçbir dayanağı olmayan, deli saçması iddialar’la, ‘Org, Özkök’ün Büyükanıt için soruşturma açılması izni vermemesi gerektiği’ni bile yazabiliyorlar. (F.A., 9 Mart, Sabah) Mantık da (sanki, suçlananların, suçlayanlar aleyhine tazminat dâvâsı açma imkanları yokmuş gibi) şuna dayandırılıyor: ‘Bugün Büyükanıt, yarın Başbuğ ve öbürgün Türkeri, benzer mesnedsiz iddialarla karşılaşabilir..’ Ama, bu mantık, siyasetçiler için de geçerli değil midir?
Van Savcısı’nın iddianamesi, bu konulara da ışık tutuyor: ‘Günümüzde olduğu gibi, menfaatlerin çatışmaya düştüğü dönemlerde, farklı grupların kendilerine has üslupla birtakım operasyonlar gerçekleştirdikleri ve birbirlerini tasfiye etmeye uğraştıkları görülmektedir. Bu gruplardan kimisi bürokrasideki üstünlüğünü kullanırken, kimisi de demokratik mekanizmaları kullanmaktadır. Olayların gelişimine ve olup bitenlere bakıldığında, iç içe halkalardan oluşan bir zincirleme reaksiyon mekanizmasının -yasadışı yapılanmanın- medyada ifade ediliş şekliyle çetenin kurulduğu anlaşılmaktadır. (Sh.91-94)
Başbakan Erdoğan, açık ki, son derece çetrefilli ve tehlikeli bir konuyla karşı karşıya; ama, bu durumu atlatmak için, ‘adâleti maslahata fedâ etmek’ gibi bir yanlışa düşüp düşmeyeceğini sergilemek gibi hassas bir noktada bulunmaktadır.. Umulur ki, ölçü unutulmayıp, maslahat değil, adâlet ön planda tutulur.
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|